2ce 1OL
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

2ce 1OL

2ce 1oL Yeni Bir DÜnya
 
2ce1ol PortalAnasayfaGaleriAramaLatest imagesGiriş yapKayıt Ol
Similar topics
    Anahtar-kelime
    anket Smart Fortune ESET Payback corel merkezi Soldier Gazete hafıza maker movie Security Arial Hangi metastock
    En son konular
    » AKAYEV.NET
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimePtsi Nis. 27 2015, 15:47 tarafından 1OL(AZRAİL662)

    » K-Lite Codec Pack Update 10.0.9 TR - indir Katılımsız
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeCuma Eyl. 26 2014, 23:00 tarafından kursunlu

    » Microsoft Office 2013 Türkçe Orjinal 32&64 Bit Full Tek link indir
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeCuma Eyl. 26 2014, 22:59 tarafından kursunlu

    » TÜM ÜYELERE
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeÇarş. Ağus. 13 2014, 12:32 tarafından 1OL(AZRAİL662)

    » Msn Messenger 2014
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeSalı Haz. 24 2014, 05:41 tarafından recep59

    » Web Creator 5.1
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Haz. 21 2014, 02:52 tarafından recep59

    » PC Kaleci 2014
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeSalı Haz. 17 2014, 01:03 tarafından recep59

    » yeni dünya Dünya düzensizliği
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeÇarş. Haz. 11 2014, 14:23 tarafından Recep Öztürk

    » yeni dünya Dünya düzensizliği
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeÇarş. Haz. 11 2014, 14:18 tarafından Recep Öztürk

    » yeni dünya Dünya düzensizliği
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeÇarş. Haz. 11 2014, 14:14 tarafından Recep Öztürk

    » DriverPack Solution 13 Final Full Download indir
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeÇarş. Haz. 11 2014, 14:10 tarafından Recep Öztürk


     

     ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ

    Aşağa gitmek 
    2 posters
    YazarMesaj
    1OL(AZRAİL662)
    PRENS-Kurucu
    PRENS-Kurucu
    1OL(AZRAİL662)


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 5270
    Yaş : 33
    Nerden : Denizli
    İş/Hobiler : PC Beat
    Lakap : AZRAiL662
    İletisi : Allah'tır tek hakim
    Ağa kim?
    Paşa kim?
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-mac10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Asik10
    Rep Puanı : 181
    Rep Gücü : 2273
    Kayıt tarihi : 24/12/07

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Mart 14 2009, 21:53

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ

    Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden. 1865 (H.1281)'te Van vilâyetinin Başkale kasabasında doğdu. 1943 (H.1362)'de Ankara'da vefât etti. Kabri, Ankara yakınındaki Bağlum kasabasındadır.

    İmâm-ı Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup seyyiddir. Hazret-i Ali'ye kadar bütün babaları âlim ve velî idi. Birçoğu zamânının kutbu, devrinin en büyük evliyâsı ve rehberiydi. Babası Seyyid Mustafa, Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin oğlu Seyyid Ubeydullah'ın halîfesiydi. Gördüğü kimsenin hangi namazı kılmadığını, Allahü teâlânın ihsânı ile yüzünden anlardı. Dînin emir ve yasaklarına bağlılıkta fevkalâde titiz, din bilgilerini yaymada gayretli ve çok cömertti. Âlimlere, bilhassa on yedinci asırda Hindistan'ın Siyalkut şehrinde İslâm âlemini her yönüyle ışıklandırmış olan Abdülhakîm Siyalkûtî hazretlerine pekçok muhabbeti vardı. Bir oğlu olursa ona Abdülhakîm ismini verecekti. Seyyid Mustafa Efendinin bir oğlu olduğu gece, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin torunlarından büyük âlim Seyyid Tâhâ hazretlerinin küçük birâderi Abdülhakîm Efendi kendisinde misâfirdi. SeyyidMustafa Efendinin içindeki dileğine bu ilâhî hikmet de eklenince, doğan oğluna Abdülhakîm ismini verdi.

    Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ilk bilgileri babasının yanında öğrendi. Sonra Başkale'de ibtidâî ve rüştiye mekteplerini bitirdi ve o zaman ilim ve irfan merkezi olan Irak'ın çeşitli şehirlerinde, Müküs kazâsında yüksek âlimlerden, Arap ve Fars dili ve edebiyatı, mantık, münâzara, kelâm, ilâhî ve tabiî hikmet, fen ve matematik, tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf dersleri aldı. Nehrî'de gördüğü bir rüyâ üzerine tahsîline daha büyük ehemmiyet verdi. Bu rüyâyı şöyle anlatmaktadır:

    Nehrî isimli kasabada din ve fen ilimleri üzerine tahsil görüyordum. Ramazan ayını âilemle birlikte geçirmek üzere memleketime döndüm. Henüz ilk mektep kitaplarını tahsîl ettiğim zamanlardı. Ramazan ayının on beşinci Salı gecesi, rüyâda Allah'ın Resûlünü gördüm. Yüce bir taht üzerinde risâlet makâmında oturmuşlardı. O'nun heybet ve celâli karşısında dehşete düşmüş, yere bakarken, arkamdan bir kimse yavaş yavaş sağ tarafıma yanaştı. Göz ucuyla kendisine baktım. Kısaya yakın orta boylu, top sakallı, aydınlık alınlı bir zât... Bu zât sağ kulağıma işitilmeyecek kadar hafif bir sesle, fıkıh ilminin hayz meselelerinden bir suâl sordu: "Hayz zamânında bir kadının, câmiye girmesi uygun değilken, iki kapılı bir câminin bir kapısından girip öbür kapısından çıkmakta şer'an serbest midir?" Allah Resûlünün heybetlerinden büzülmüştüm. Suâli tekrar sormaması için gâyet yavaşca ve alçak bir sesle; "Dînin sâhibi hazırdır, buradadır." diye cevap verdim. Maksadım, şerîat sâhibinin huzûrunda kimsenin din meselelerine el atamayacağını anlatmaktı. Resûlullah efendimiz, ses işitilemeyecek bir mesâfede bulunmalarına rağmen cevâbımı duydular. Durmadan; "Cevap veriniz!" diye üst üste iki defâ emir buyurdular.

    Ertesi gün, öğle namazı vaktinde pederimin câmiye geliş yolları üzerinde durdum. Kendilerine bir şeyi arzedeceğimi hissederek yanıma geldiler. Rüyâmı anlattım. Yüzlerine büyük bir sevinç dalgası yayılırken; "Seni müjdelerim! Âlemin Fahri seni mezun ve din bilgilerini tebliğe memur buyurdular. İnşâallah âlim olursun! Bütün gücünle çalış." diyerek rüyâmı tâbir etti. Babama; "Kâinâtın efendisi huzûrunda, bunca din meselesi dururken bana hayz bahsinden suâl açılmasının ve cevâbının tarafımdan verilmesi hakkındaki Resûlullah'ın emrinin hikmeti nedir?" diye sordum şu cevâbı verdi:

    "Hayz, fıkıh bilgilerinin en zoru olduğu için böyle bir suâl, senin ileride din ilimleri bakımından çok yükseleceğine işârettir.

    Bu rüyâdan sonra, on sene müddetle, Cumâ gecelerinden başka hiç bir geceyi yorgan altında geçirdiğimi hatırlamıyorum. Sabahlara kadar dersle uğraşıp insanlık îcâbı uykuyu kitap üzerinde geçirdim. İnsan gücünün üstünde denilebilecek bir gayret ve istekle çalıştım.

    Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, öğrendiği fıkıh, tefsîr gibi ilimlerin yanında kendisini mânevî yoldan yetiştirecek bir rehbere kavuşma arzusu ile yanıyordu. Diğer taraftan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin halîfesi Seyyid Fehîm-i Arvâsî, rüyâsında Allahü teâlânın Resûlünü gördü. Peygamber efendimiz kendisine; "Abdülhakîm'in terbiyesini sana ısmarladım." buyurmuştu.

    Nihâyet Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri 1878 (H.1295) yılında Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerinin huzûruna kavuştu ve hocasından aldığı ilk emir, tövbe ve istihâre oldu. İstihârede şöyle bir rüyâ gördü:

    Seyyid Tâhâ hazretleri, câmide, talebesi Seyyid Fehîm'e şu emri veriyordu: "Abdülhakîm'i al, elbisesini soy, cevâzimât-ı hams çeşmelerinde kendi elinle tamâmen yıka! Sonra ikimize de imâm olsun!.. Seyyid Fehîm hazretleri onu alıp cevâzımât-ı hams çeşmelerinde yıkıyor, o da elini onun omuzuna koyarak, sağ ayağını kendisi için serilmiş olan seccâdeye bırakıyordu.

    Bu rüyâ onun talebeliğe kabûl edildiğine dâir gâyet açıktı. Tâbire muhtaç kısmı sâdece cevâzımât-ı hams tâbiri idi. Cevâzım cezm'in çoğulu olup kat'î, kesin demektir. Hams yâni beş adedi ise âlem-i emrin, latîfenin tasfiyesine işâret olduğu açıktı. Rüyânın başka tâbire muhtaç olmayan açıklığı ayrı bir ilâhî lütuf ve sonsuz bir ihsândı.

    Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, gördüğü bu rüyânın tesiri ile büyük bir aşkla ilim tahsîl edip, ilimde ilerlediği gibi, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve teveccühleri ile gönlünü nurlandırdı. 1882 (H.1300)'de zâhirî ilimlerde icâzet aldıktan sonra, 1888 (H.1305)'de tasavvufta Nakşibendî yolundan icâzet aldı. Ancak Nakşî tarîkatında H. 1000 târihinden sonrakiler ilk asırdakilere benzer olduğuna dâir işâretler bulunduğundan, Nakşîlikten mezun olanlar, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Kâdiriyye ve Çeştiyye tarîkatlerinden de mezun sayılıyordu. Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de mürşîdi Seyyid Fehîm hazretleri tarafından Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çeştî tarîkatlerinden de icâzet aldı.

    Bundan sonra memleketi Arvas'a dönen Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin burada büyük ilmî faâliyetleri oldu. Bunu kendileri şöyle anlatmaktadır:

    Memleketimizde, mevcut medreselerden ayrı olarak, bana miras kalan mallardan bir medrese yaptırdım. Mevcut kitaplara ilâve sûretiyle zengin bir kütüphâne kurdum. Talebenin yiyeceği, giyeceği, yatacağı, yakacağı tarafıma ait olmak üzere de o medresede 29 yıl ders okuttum. Birçok âlim ve fâdıl yetiştirdim. Bunları gönderdiğim yerler âdetâ irfan nûruyla doldu. O civarda medresemiz ilim feyziyle şöhret buldu. Vâlilerin, üst kademedeki memurların, bilhassa uzak yerlerdeki âlimlerin bile övgüyle, sitâyişle bahsettikleri bir ilim merkezi oldu. Medresemizden yetişen ilim adamlarının okumalarına mahsus kitapları İstanbul'dan getirtiyordum. Medresemin bağlıları bu kitapları aşîretler ve kabîlelere gönderip onları ilim nûruyla aydınlatırlardı. Mezunlarımızdan bâzıları vilâyet, sancak ve kaza merkezlerinde müftî olarak vazîfelendirilirdi. İçlerinden muhtaç olanları ev eşyâlarını tedârik ederek evlendiriyordum. İran'ın sınır boyundaki halk bu kişilerin gayretleri sâyesinde Sünnîlikte devâm ediyorlar ve kendilerini görenler, İslâma bağlılıkları karşısında hayrete düşüyorlardı.

    Seyyid Abdülhakîm Efendi, 1897 yılında hac vazîfesi ile Hicaz'a geldiğinde önce Medîne'ye gelip Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Yanında Hacı Ömer Efendi isimli eşraftan bir zât vardı. Onunla berâber bir gece, mübârek Ravza'da akşam namazından sonra, yüzünü saâdet şebekesine döndürmüş, son derece edeb ve hürmet içerisinde beklerken, sağ tarafında oturan Hacı Ömer Efendi kulağına eğilip yavaşça:

    "Refikam, şu anda özür sâhibidir. Peygamber Mescidini ziyârete gelemez. Bâb-üs-Selâm'dan girerek Peygamber huzûrunda bir selâm verip, Bâb-ı Cibrîl'den çıkmasına şer'an müsâde var mıdır?" dedi.

    Seyyid Abdülhakîm hazretleri o anda 25 yıl önceki rüyânın hatırına gelmesi ile korkuyla sarsıldı. Hacı Ömer Efendinin yüzüne bir daha baktı. Evet 25 yıl önce rüyâsında gördüğü şahıs da bu şahıstı. Yavaşça:

    "Bu suâlin cevâbına mezun olmak şöyle dursun, bilakis memurum!" buyurdu. Ancak rüyâda olduğu gibi Resûlullah efendimizin huzûrunda bulunduğundan cevap vermekte mazur olduğunu bildirdi. Bâb-ı Rahme'den dışarı çıktıktan sonra hem meseleyi cevaplandırdı ve hem de rüyâyı tafsilâtı ile anlattı.

    Şeyh Abdülhakîm Efendi 1907'deki haccı sırasında büyük evliyâ Şeyh Ziyâ Mâsum'un yüksek iltifatlarına mazhar oldular. Birlikte vedâ tavâfını yaparlarken Şeyh Ziyâ Masum hazretleri kendisine:

    "Mürşidin Seyyid Fehîm hazretleri tarafından Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî, Çeştî tarîkatlerinden memur ve mezun olduğun gibi ilâveten sana Üveysîlik yüksek yolundan da icâzet verdim." buyurdular.

    Seyyid Abdülhakîm Efendinin ikinci haccından dönüşünden bir müddet sonra doğuda karışıklıklar başgöstermeye başladı. 1914 yılında Birinci Dünyâ harbinin başlarında Rus askeri İran tarafından gelerek Doğu Anadolu'yu işgâle başladı. Bir taraftan da Ermenileri silahlandırarak masum Türk halkı üzerine kışkırtıyorlardı. Bu acıklı günleri o mübârek zât şöyle nakletmektedir:


    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://2ce1ol.yetkin-forum.com
    1OL(AZRAİL662)
    PRENS-Kurucu
    PRENS-Kurucu
    1OL(AZRAİL662)


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 5270
    Yaş : 33
    Nerden : Denizli
    İş/Hobiler : PC Beat
    Lakap : AZRAiL662
    İletisi : Allah'tır tek hakim
    Ağa kim?
    Paşa kim?
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-mac10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Asik10
    Rep Puanı : 181
    Rep Gücü : 2273
    Kayıt tarihi : 24/12/07

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: Geri: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Mart 14 2009, 21:54

    Hızla silâhlanan Ermeniler, Müslümanların mallarını yağma
    etmeye koyuldular. O sırada bizim evimizi de tamamiyle yağmaladılar,
    soydular ve hiçbir şey bırakmadılar. Kışın başlangıcı sıralarında, âile
    efrâdımız, yakındaki dağ ve köylere kaçıp sığınmaktan başka çare
    bulamadılar. On gün sonra Allahü teâlânın lütfu ve inâyeti ile kasaba
    geri alındı ve âilece oraya dönüldü. O kış, malsız ve imkânsız olarak
    günü gününe yaşadık ve bin zorlukla bahara girdik. Mayıs ayında düşman
    kasabamıza bir saatlik mesafeye yaklaştığından hükümet tahliye emrini
    verdi. Tekrar dağlara ve çöllere döştük. Evlerimizi, çarşılarımızı,
    medreselerimizi, câmilerimizi tamamiyle yakıp kül ettiklerini haber
    aldık. Bu vaziyetten sonra bize hicret yolu göründü. Düşman istilâsına
    devam ederek Van, Şafak ve Nurduz'u ele geçirmişti. Keldânî aşîretleri
    ile Ermeniler dünyânın yaratılışından beri görülmedik zulüm ve vahşete
    yol açıyorlardı. Hicret edenlere Masiru adındaki bir dereden yol bulup
    gitmekten başka çâre kalmamıştı. Bu istikâmete yol veren bir derenin
    iki yanındaki düzlükte çoğu kadın ve çocuktan ibâret olan birkaç bin
    nüfus dağlara sığınmıştı. Zîrâ eli silah tutanların hemen hepsi Erzurum
    taraflarında ve cephede bulunuyorlardı. Tamamen müdâfaasız kimselerden
    meydana gelen göç topluluğu bir ana-baba günü manzarasıyla yol
    alıyordu. Ermeni fedâileri ise Nurduz'dan beri bu perişan muhacirleri
    takip ediyor, genç kız ve kadınları esir edip götürüyor, büyük bir
    kısmını şehîd ediyor, kalanları tekrar takibe koyuluyordu. Zaho'nun dağ
    ve çöllerinde muhacirlerin yüzde yetmişi açlıktan can verip ve hatta
    hayvanlara ve kuşlara yem oldular. Memleketinde hanedan seviyesinde ve
    zengin olanlar hicrette mahv ve perişan oldular.


    Bizimle beraber
    yirmi dokuz köyün ihtiyarları, kadınları ve çocukları ıssız çöl ve
    dağlarda elimize ne geçerse yiyip bin türlü meşakkat ve zahmetle o sene
    Haziranın birinci gecesi Ravandız'a girdik. Memleketimiz soğuk
    iklimlerden olduğu hâlde Ravandız gibi harareti 45 dereceden ziyâde bir
    yerde 90 gün oturduk. Eylülün ikinci günü Erbil'e çoğumuz hasta olarak
    girdik. Kardeşim Seyyid İbrâhim Efendiyi kara toprakta Allah'ın
    rahmetine bıraktığımız gibi, Şeyhler hanedanı adını alan 9 erkek
    kardeşi ve 4 amcamın kız ve erkek değerli fertlerini Erbil ve civarında
    toprağa verdik. Ekim ayının dokuzuncu günü Musul'a vardık. Burada
    meşhur Celilîzâdelerin yaş bakımından büyüğü bulunan Hacı Emin Efendi
    tarafından o vaktin rayicine göre, aylık otuz altın lira kirası olan
    yirmi odalı, harem ve selamlık daireleri, bedelsiz olarak bize ihsan
    edildi.


    Burada on sekiz ay kadar oturduktan sonra, ayrılmak
    üzere vedâ ederken, gönlümüzü hoş ederek; "Bu evde kırk sene
    otursaydınız, yine kirâ almazdım." dedi. Allahü teâlâ kendisinden râzı
    olsun.


    Devamlı olarak, Bağdat'ta Gavs-ı âzam Abdülkâdir Geylânî
    hazretlerinin türbesi civarında oturup orasını vatan edinmek arzusunda
    bulundumsa da, o civarlarda İngiliz muharebeleri pek şiddetlenmiş
    bulunduğundan, geçici olarak, yine Musul'da kaldık. Daha sonra
    nüfusumuz yüz elli iken ancak altmış altı nüfusla, çöl ve sahraları,
    Allah'ın yardımıyla aşarak Adana'ya geldik. Adana'da çeşitli
    hastalıklar sebebiyle defn ettiğimiz nüfustan kalan 20 kişi ile
    Eskişehir'e geldik. Bunlardan bir kısmı Konya'da kaldılar. Geçim
    darlığından büyük sıkıntı içinde yaşadılar. Biz ise 1918 senesinin
    Nisan ayı ortalarında İstanbul'a geldik. Dâhiliye Nezareti (İçişleri
    Bakanlığı) müsteşarı olup sonra Evkaf Nazırı olan ulemâdan Hayri Efendi
    tarafından, şu anda sağlık ocağı olarak kullanılan Eyyûb Sultan Yazılı
    Medresede yerleştirildik. Dağılmış âile efrâdımı, Allah'ın inâyeti ile
    orada toplamaya muvaffak oldum. İstanbul'a bu sûretle sevk-i ilâhî ile
    geldik. Yollarda görülen meşakkat ve sıkıntılar son buldu.


    Seyyid
    Abdülhakîm Arvâsî hazretleri daha sonra Gümüşsuyu Tepesindeki Kaşgari
    Dergâhının şeyhliği, imâmlığı ve vâizliği ile vazîfelendirildi. Bu
    arada 5 Ağustos 1919'da Sultan Vahideddîn Han tarafından Süleymâniye
    Medresesine tasavvuf müderrisi (ordinaryüs profesörü) olarak da tâyin
    edildi. Böylece hem çeşitli câmilerde vâz ederek ve hem de üniversitede
    hoca olarak İslâmiyeti yaymaya, din düşmanlarını susturmaya ve
    sindirmeye başladı.


    Seyyid Abdülhakîm Efendi din bilgilerinde ve
    tasavvufun ince bilgilerinde çok derin idi. Üniversite mensupları, fen
    ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir,
    sohbetinde, dersinde bir saat kadar oturunca, cevâbını alır, sormaya
    lüzum kalmadan, o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. Teveccühünü,
    sevgisini kazananlar, sayısız kerâmetler görürdü. Çok mütevâzi, pek
    alçak gönüllü idi. Ben dediği hiç işitilmemişti. İslâm âlimlerinin adı
    geçtiği zaman:


    "Bizler o büyüklerin yanında hazır olsak
    sorulmayız, gâib olsak aranmayız." ve;"Bizler o büyüklerin yazılarını
    anlayamayız. Ancak bereketlenmek için okuruz." buyururdu. Halbuki
    kendisi bu bilgilerin mütehassısı idi.


    Sultan Vahideddîn Han
    kendilerini çok sever, takdîr ederdi ve duâlarını isterdi. Nitekim
    Abdülhakîm Efendi hazretleri şöyle anlattı:


    Memleketin işgâl
    altında bulunduğu ve kurtuluş savaşının başladığı günlerdi. Beşiktaş'ta
    Sinanpaşa Câmiinde vâz edip çıkıyordum. Kapı önünde duran bir saray
    arabasından, kibar bir bey inip; "El melikü yakraükesselâm ve yed'ûke
    iletta'âm." yâni "Sultan sana selâm ediyor ve seni iftara çağırıyor."
    dedi. Araba ile saraya gittik. İstanbul'un seçilmiş vâizleri, imâmları
    çağırılmıştı. Yemekten sonra ser müsâhib geldi. Sultanın selâmı var.
    Hepinizden ricâ ediyor. Anadolu'da kâfirlerle çarpışan kuvây-ı
    milliyenin gâlib gelmesi için duâ etmenizi ve Anadolu'daki mücâhidlere
    para ve duâ ile yardım etmeleri, eli silah tutanların onlara
    katılmaları için milleti teşvik etmenizi ricâ ediyor, dedi. Bu emir
    üzerine çok kimseyi Anadolu'ya gönderdim. Çok yardım yapılmasına sebeb
    oldum.


    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://2ce1ol.yetkin-forum.com
    1OL(AZRAİL662)
    PRENS-Kurucu
    PRENS-Kurucu
    1OL(AZRAİL662)


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 5270
    Yaş : 33
    Nerden : Denizli
    İş/Hobiler : PC Beat
    Lakap : AZRAiL662
    İletisi : Allah'tır tek hakim
    Ağa kim?
    Paşa kim?
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-mac10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Asik10
    Rep Puanı : 181
    Rep Gücü : 2273
    Kayıt tarihi : 24/12/07

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: Geri: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Mart 14 2009, 21:55

    Bir defâsında da Sultan Vahideddîn Han, Ramazân-ı şerîf
    ayında Hırka-ı seâdetin bulunduğu odayı ziyâret edecekti. Seyyid
    Abdülhakîm Efendi'yi de dâvet etti. Diğer ileri gelen devlet adamları
    ve din adamları da oradaydı. Bu vakanın devâmını hizmetlerini gören
    Şakir Efendi şöyle nakletmektedir:

    Sultan tam Hırka-i seâdetin
    bulunduğu odanın kapısına gelince, Abdülhakîm Efendi nerededir? diye
    sordu. Oradaki kalabalık birbirlerine bakıştılar. O isimde birisini
    tanımıyorlardı. Arkaya doğru haber verdiler. Efendi hazretleri, benim
    ismim Abdülhakîm'dir deyince, sultan sizi istiyor deyip, hemen yol
    açtılar. Sultan kendilerini bekleyip yanyana biri dünyâ, biri âhiret
    sultanı olarak, Sultanü'l-enbiyâ Peygamber efendimizin seâdetli
    hırkalarının bulunduğu odaya girdiler. Berâberce ziyâret ettiler.
    Çıkınca Sultan bereket sayarak orada olanlara birer mendil, ona ise iki
    mendil hediye etmişler. Ben dış kapıda Efendi'yi bekliyordum. Geldiler
    ve ziyâretlerini anlattılar. "Sultan herkese bir mendil verdi, bana iki
    tane verdi. Birisi senindir." deyip birini bana verdiler.

    Abdülhakîm
    Arvâsî hazretleri siyâsete hiç karışmamış, siyâsî fırkalara
    bağlanmamıştır. Bölücülüğe karşıydı. Talebeleri kendisine tekkelerin
    kapatılması ile ilgili olarak sorduklarında:

    "Hükümet, tekkeleri
    değil, boş mekanları kapattı. Onlar kendi kendilerini çoktan
    kapatmışlardı." demiştir. Bu muazzam görüş, o günlerin umûmî mânâda
    tekke ve dergâh tipine âit teşhislerin en güzelidir.

    Kânunlara uymakta çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi.

    Abdülhakîm
    Efendinin yemesi, içmesi, yatması, kalkması, konuşması, susması,
    gülmesi, ağlaması hep İslâmiyete ve Resûlullah efendimizin hâline
    uygundu. Onun yemesini gören sanki âdet yerini bulsun diye yiyor
    zannederdi. Az yer, lokmaları küçük alır ve yavaş yerdi. Yakınları onu
    otuz senedir kaylûle yaparken veya yatarken bir defâ olsun sırt üstü
    veya sol tarafına dönüp yatmadığını söylemişlerdir. Hep sağ yanı
    üzerine yatar, sağ elinin içini sağ yanağı altına koyar, öyle yatardı.
    Her hâli istikâmet üzere idi. "İstikâmet yâni Allahü teâlânın beğendiği
    doğru yol üzere olmak kerâmetin üstündedir." sözünü sık sık tekrar
    ederdi.

    Talebelerinden bâzıları o ilim deryâsı büyük velîden şu sözleri ve menkıbeleri nakletmişlerdir.

    Her
    vesîle ile sohbetlerinde namazdan bahsederlerdi. "Namaz, aman namaz,
    nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın." buyururdu.

    Yine buyurdu: "Bir vakit namazımı kaybetmektense, dünyâları kaybetmeyi tercih ederim."

    Talebelerinden birisi edeb hakkında sorduğunda;

    "Edeb hudûda, sınırlara riâyet etmek onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhî hudûdu muhâfazadır, gözetmektir." buyurdu.

    Talebelerinden birisi dünyâ sıkıntılarından bahsediyordu. Anlatması bittikten sonra;

    "Allahü teâlâya inanan ve güvenen kimse neden mahrumdur. Allah'tan mahrum olan ise neye mâliktir." buyurdu.

    Bir gün sed kenarında hasır koltuklarında İstanbul'a doğru bakarlarken yanındakilere dönerek;

    "Şu İstanbul ne garip belde! İnsan mümin olmak için de, kâfir olmak için de burada her vâsıtayı, her imkânı bulabilir." buyurdu.

    Bir gün bir derslerinde şöyle buyurdular:

    "Bizim
    meclisimizde bulunanlar, sükût içinde otursalar ve sükûttan başka bir
    şey görmeseler bile, din bahsinde âlim geçinenlerin hatalarını
    keşfederler, bir bir çıkarırlar."

    Kapalıçarşı'dan geçerken
    karşılarına tanıdıkları bir dükkancı çıktı. Adam hal hatır faslından
    sonra; "Efendim. Duâ edin de Allahü teâlâ ümmet-i Muhammed'i
    kurtarsın." deyince, o da cevâben:

    "Siz bana o ümmeti gösterin. Ben de kurtulduğunu haber vereyim. Hani nerede o ümmet!" buyurdu.

    Talebelerinden Hâfız Hüseyin Efendi anlatır:

    Tahsîlimi
    İstanbul'da yaptım. Arabî ve Fârisî'yi iyi bilirdim. Her toplulukta söz
    sâhibiydim. Bir gün beni Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine götürdüler.
    Maksadım orada da söz sâhibi olmaktı. Kendisine çok yakın bir
    sandalyeye oturdum. Sohbete başladı. Hemen sonra sandalyede oturmaktan
    hayâ edip, yere indim. Sohbette, hiç bilmediğim, duymadığım şeyleri
    anlatıyordu. Yakınında yere oturmaktan da hayâ edip biraz geri
    çekildim. Biraz daha biraz daha derken nihâyet kendimi kapının önünde
    buldum. Nerede ise kapıdan dışarı çıkacak hâle gelmiştim. Ben yıllarca
    şeyhlik postunda oturmuş talebeleri olan biriydim. Seyyid Abdülhakîm'i
    görünce ancak talebe olacağımı anladım ve talebelerime:

    "Seyyid
    Abdülhakîm Efendiyi görünce, tanıyınca şeyhliğin ne olduğunu anladım,
    eteğine yapışmaktan başka işim kalmadı." dedim. O büyük zâta talebe
    olmakla şereflendim.

    Otuz yıl boyunca yanından ayrılmayan yakını Şakir Efendi anlatır:

    Bir
    sabah dergâhın mescidinde namaz kılıyorduk. Efendi ile ikimizdik. Her
    zamanki gibi beni imâm yaptılar. Mescidin giriş kısmı baştan başa
    camekân olduğundan girişteki sofa şeklinde oturma yerinden mescidin içi
    apaçık görülürdü. Biz namaza hazırlanırken zevcem de gelip sofa
    kısmında çaylarımızı hazırlamaya koyulmuştu. Namaz ve duâ bitince,
    sofaya geçtik. Gördük ki semâverin etrafında iki çay bardağı yerine bir
    sürü bardak. Zevceme, bu kadar bardağa lüzum olmadığını söyleyip, niçin
    ikiden çok bardak getirdin, deyince, şu cevabı aldım: "Hayret!
    Arkanızda büyük bir cemâat vardı. Şimdi dağılmış."

    Yine Şakir Efendi naklediyor:

    İzmir'de
    Hisar Câmiindeydik. Huzurlarına on iki yaşında bir çocuk getirdiler.
    Çocuk dilsizdi. Anne ve baba çocuklarını kapmış, haberini aldıkları bu
    Allah'ın sevgili velî kulunun huzûruna duâ etmesi için getirmişlerdi.
    Çocuk yürüyüp geldi. Ellerini öptü. Abdülhakîm Efendi hazretleri çocuğa
    kısa bir nazar etti ve; "Oğlum ismin nedir?" diye sordu. Çocuk birden
    cevap verdi: "Ahmed!" Anne ve baba çocuklarının konuştuğunu görüp,
    hayretler içinde sevinç gözyaşları döktüler.

    Talebelerinden İlyas Efendi anlatır:

    Bir
    gün yaşlı bir kadın marangoz dükkanıma gelip; "Bir odalı evim var.
    İkinci bir oda yaptırıyorum. Kiraya verip onunla geçineceğim. Bedelini
    kira parasından vermek üzere, bana bir kapı ve pencere yapar mısın?"
    dedi. Yarın gel, konuşuruz dedim. Maksadım, Seyyid Abdülhakîm Efendi'ye
    gidip danışmaktı. İkindi vakti dergâhlarına gittim. Hâlimi sordular.
    "Müşteri geliyor mu?" dediler. "Geliyor." dedim. Fakat sormak için
    gittiğim kadını unutmuştum. "Sipariş veren oluyor mu?" dediler. "Bugün
    yok." dedim. "Kadın müşterileriniz oluyor mu?" buyurdular. Gene
    hatırlamadım. Bunun üzerine; "Bugün gelen kadının işini gör!"
    buyurdular. Ancak o zaman hatırlayabildim.

    Bir gün Bâyezîd
    Câmiinde vâz verirlerken konu ile hiç ilgisi olmadığı hâlde; "Sizden
    biriniz, eve gidip, çocuğunu çatıya kiremitler üzerine çıkmış, güvercin
    kovalar görürse, bağırmadan, güzellikle, yavrum bak sana neler
    getirdim, şeker aldım, desin, onu tutup içeri aldıktan sonra
    azarlasın." buyurdu. Vâzı dinleyen Akhisarlı bir zât içinden şimdi
    bunun da ne ilgisi var diye geçirdi. Vâzdan sonra evine gidince baktı
    ki çocuğu evin damına çıkmış, kiremitler üzerinde güvercin yakalamak
    peşinde, nerede ise kenardan düşecek hâlde. Çocuk küçük olup üç-dört
    yaşındaydı. Hemen Abdülhakîm Efendinin nasihatlerini hatırladı ve öyle
    yaptı. Çocuk düşmekten kurtuldu.

    Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin uzun yıllar hizmetinde bulunan Kayserili pamuk tüccarı Abdülkâdir Bey şöyle antalır:


    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://2ce1ol.yetkin-forum.com
    1OL(AZRAİL662)
    PRENS-Kurucu
    PRENS-Kurucu
    1OL(AZRAİL662)


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 5270
    Yaş : 33
    Nerden : Denizli
    İş/Hobiler : PC Beat
    Lakap : AZRAiL662
    İletisi : Allah'tır tek hakim
    Ağa kim?
    Paşa kim?
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-mac10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Asik10
    Rep Puanı : 181
    Rep Gücü : 2273
    Kayıt tarihi : 24/12/07

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: Geri: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Mart 14 2009, 21:56

    Bir
    yaz günüydü. Abdülhakîm Efendi ile Eyyûb Câmiinde öğle namazını kıldık.
    Sonra hazret-i Ebû Eyyûb-i Ensârî'nin türbesine girdik. Başka kimse
    yoktu. Sandukanın ayak ucunda, yanyana diz üstünde oturduk. "Yanıma
    sokul, gözlerini kapa." buyurdu. Gözlerimi kapayınca hazret-i Ebû Eyyûb
    Ensârî hazretlerini ayakta duruyor gördüm. Yanımıza geldi. Uzun boylu,
    iri yapılı, seyrek sakallıydı. Elini öptüm. İkisi yavaş sesle
    konuştular. Ben işitmiyordum. Edeple seyrediyordum. "Gözünü aç." dedi.
    Açtım. İkimiz sandukanın yanında oturuyoruz gördüm. Sokağa çıktık.
    İkindi okunuyordu. "Ne gördün?" dedi. Anlattım. "Ben hayatta iken
    kimseye söyleme." dedi. Bunu vefâtından yirmi dört sene sonra
    anlatıyorum.

    Necib Fâzıl Kısakürek anlatır:

    Sene 1941...
    Almanlar sınırımızda. Ben, bir gazetede çıkan yazılarımda da üstüne
    bastığım gibi, İkinci Dünyâ Harbine girmemizin bir an meselesi olduğuna
    kâniim. Bu meseleyi huzûrlarında savunuyorum. Lütfen dinliyorlar.
    Etraflarında yakınlarından birkaç kişi ve avukat Mahmûd Veziroğlu
    isminde kendisini sevenlerden bir zât... Harbe sürüklenmek
    mecbûriyetimizi riyâzî bir vâkıa hâlinde gösteriyor ve anlatıyorum.
    Sonuna kadar dinledikten sonra buyurdular ki: "Harbe girilmez. Yalnız
    Birinci Cihân Harbinde olduğu gibi pahalılık olmasa, vesîka usûlü
    çıkmasa." Buyurdukları gibi oldu. Harbe girmedik. Fakat pahalılık,
    vesîka usûlü milleti kavurdu. Mahmûd Bey, bana bu kerâmeti sık sık
    tekrar eder ve; "Müthiş, müthiş!.. herkes harbi beklerken; "Harbe
    girilmez." ve kimse vesîka usûlünü beklemezken "O olacak." buyurmaları
    büyük kerâmet." derdi.

    Fâruk Bey anlatır:

    Bundan yıllarca
    evvel, oğlum Nevzad, o zamanlar oturduğumuz apartman katının
    balkonundan aşağıya, beton bir zemin üzerine düştü. Çocuğu koma hâlinde
    bir hastahâneye dar attık. Ayıldı. Fakat aklî melekelerini kaybetmiş
    haldeydi. İstanbul'a götürdük. Bütün mütehassıs sinir ve akıl
    doktorlarına gösterdik. Hemen hepsi ümit göremediklerini söylediler.
    Bir rum doktor erken bunama teşhisini koydu ve şifâsı yok hükmünü
    bastı. Bülûğ çağındaki çocuğumu, büyük amcası Abdülhakîm Efendinin
    kollarına teslim ettim. Çocuk tekkede kırk gün kaldı. Bu müddet içinde,
    onu nazarlarından ayırmadılar. Sâdece; "Mahzûnum, mahzûnum!" diye
    içlenerek işi, Allahü teâlâya havâle ettiler. Kırk gün sonra Nevzad,
    hiç bir zaman sâhib olmadığı maddî ve mânevî bir sıhhate kavuştu. Hukuk
    Fakültesini bitirdi. Uzun yıllar DSİ'de avukatlık yaptı, oradan emekli
    oldu. Abdülhakîm Efendi, birâderzâdeleri olan Fâruk Işık Efendiyi çok
    severdi. Birisini medhetmek isteseydi; "Fâruk hâriç hepimizden iyidir."
    derdi. Kabri, Abdülhakîm Arvâsî'nin ayak ucundadır.

    Bâyezîd
    Câmiinde; Erzincan zelzele felâketinden bir hafta kadar önce: "Allahü
    teâlâ, zinânın âşikâr olduğu yerlere zelzele ile cezâ verir. Erzincan
    gibi." buyurmuşlar. Kimse o esnâda bu mânâyı anlayamamış, ama bir hafta
    sonra, duyanlar bu büyük bir kerâmetti, anlayamadık demişlerdir.

    Talebelerinden Tâhir Efendi anlatır:

    Abdülhakîm Efendi hazretleri buyurdular ki: "Evliyânın huzûruna dolu giden boş, boş giden dolu döner."

    Bir
    gün bana; "Tâhir Efendi, evinde kitap kalmasın, kitapları evden çıkar,
    başkalarına ver." buyurdular. Eve gittim. Kıymetli kitaplarıma
    kıyamadım. Emirleri yerine gelsin diye, birkaç kitap verdim. Yatsıdan
    sonra yattım. Abdülhakîm Efendiyi gördüm. "Tâhir, kitapları evden
    çıkardın mı?" buyurdular. Kalktım. Abdest aldım. İki rekat namaz
    kıldım. Yine yattım. Daha uyuyamamıştım. Abdülhakîm Efendi geldi. "Hâlâ
    kitapları evde mi saklıyorsun?" buyurup, celâllendi. Korktum. Hemen
    kalkıp, bütün kitaplarımı evden çıkardım. Geldim yattım. Ancak
    uyuyabildim. Sonradan anladım ki, bizi terbiye etmek için, kitaplardan
    uzaklaştırıp, bende olanları alıp, kendinde olanları bize vermek için
    bu yolu seçmişlerdi.

    Ne zaman Abdülhakîm Efendi hazretlerine
    gitsem, Ziyâ Bey yanında otururdu. Ziyâ Beye bir kitap verir, okuturlar
    ve îzâh ederlerdi. Bir gün yine öyle bir sohbette, Ziyâ Beye kitap
    okutup, kendileri îzâh ediyordu. İçimden, benim Arabî ve Fârisim Ziyâ
    Beyden iyidir. Niçin hep ona okuturlar da, bana hiç okutmazlar diye
    geçti. O gece rüyâda Abdülhakîm Efendinin huzûrunda idim. Gene Ziyâ
    Beye bir kitap vermişler, okutuyorlardı. Ama Ziyâ Beyi sarıklı, âlim
    kıyâfetinde gördüm. Abdülhakîm Efendi, Ziyâ Beyi bana gösterip; "Biz,
    boşuna emek vermeyiz." buyurdular. Uyanınca o düşünceme çok pişman
    oldum.

    Bir gün Abdülhakîm Efendiye gidiyordum. Yolda, kendi
    kendime, Abdülhakîm Efendiye arz edeyim, evliyâlıkta yükselmek büyük
    iş, bizim küçük gayretimizle elde edilmez, himmet buyursunlar teveccüh
    eylesinler de, o yüksek makamlara beni kavuştursunlar diye
    düşünüyordum. Vardım. Bahçed yalnız oturuyorlardı. Selåâm verip
    ellerini öptüm. Yüzüme bakıp; "Tahir, şu ağaç ne ağacıdır?" buyurdu.
    "Manolya" dedim. "Şu nedir?" buyurdu. "Gül" dedim. "Ya Tâhir! Bunların
    suyu bir, havası bir, toprağı bir de, niçin boyları farklıdır? Meselâ
    şu çimene ne yapılsa gül ağacı olabilir mi, gül de, manolya kadar büyür
    mü?" buyurdu. "Hayır efendim." dedim. "Demek ki, farklılık
    istidadlarından kâbiliyetten geliyor. Ve demek ki, çim; ot, gül gibi,
    gül de manolya gibi olmaz!" buyurup tekrar bana baktılar. "Kusurumu
    bağışlayın efendim." dedim.
    Bitlis yolunda bir genç, kışın
    tipiye tutulup, yolunu kaybeder. Helâk olacak halde iken; "Yâ Rabbî!
    Zamânımızın kutbunu imdâdıma yetiştir!" diye yalvarır. Hemen siyah
    sakallı birisi zuhûr eder, atın dizginlerini tutup, istikamet verir ve;
    "Böyle git, şehre varırsın!" buyurur. Genç, o gaybdan gelip kendisine
    yol gösteren zâtın şemaline dikkat eder. Otuz sene sonra, Bâyezîd
    Câmiinde, tesâdüfen vâzında bulunur. Ben bu şeyhi bir yerden
    tanıyacağım diye düşünür. Vâzdan sonra çıkarlarken, Abdülhakîm
    Efendinin yanına yaklaşır, daha konuşmadan, Abdülhakîm Efendi;
    "Bitlis'teki tipi fırtınasını mı hatırladın?" diye kulağına hafifçe
    söyler. Gözyaşlarını tutamayıp, eline sarılır, öper... öper.
    Seyyid Abdülhakîm Efendi, kendisini candan seven ve tıbbîyede
    okuyan bir talebesinden eczacılığı seçmesini istedi. Talebe tıbbiyede
    sınıfın birincisiydi. Ancak anne ve teyzesi ise onun Eczacılığa geçme
    isteğine şiddetle karşı çıkarlardı. Böyle bir şeye teşebbüs ettiği
    takdirde haklarını helâl etmeyeceklerini bildirdiler. Genç büyük bir
    üzüntü içerisinde Fâtih Câmii avlusuna geldi. Na yapacağını bilmez bir
    hâldeydi. Bir tarafta annesi diğer tarafta ise canından çok sevdiği
    hocası. Âniden aklına gelen bir düşünceyle câmi avlusuna girecek ilk
    kişiyle istişâre etmeye karar verdi. Nitekim biraz sonra câmi avlusuna
    giren zâtın yanına yaklaşarak; "Efendim size bir şey danışmak
    istiyorum." dedi. Buyurun sizi dinliyorum demesi üzerine; "Ben
    tıbbiyede talebeyim. Hocam tıbbiyeyi bırakıp eczâcılığı seçmemi
    istiyorlar. Annem ve teyzem ise şiddetle karşı çıkarak haklarını helâl
    etmeyeceklerini söylediler. Ne yapayım?" O zat; "Senin hocan kim
    evlâdım?" deyince, "Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri." cevâbını
    verdi. Bu söz üzerine o zat; "Evlâdım senin hocan öyle bir kimsedir ki,
    bin ana fedâ olsun. Hiç düşünmeden sözünü tut!" dedi. Talebe bu söz
    üzerine derhâl eczâcılığa kaydını yaptırdı. Daha sonra meşveret ettiği
    o zatın yine Abdülhâkim Efendi hazretlerinin talebelerinden Cevat Bey
    olduğunu öğrendi. Hocasının bereketi ile daha sonra anne ve teyzesi de
    haklarını helâl ettiler.

    Diş hekimi emekli albay Sabri Bey
    anlatır: Abdülhakîm Efendi, arada bir bana, teyemmüm nasıl yapılır diye
    göstererek öğretirdi. Kendi kendime, şimdi su olmayan yer yok, acaba
    neden bu kadar teyemmüm üzerinde duruyor derdim. Vefâtından otuz sene
    sonra, ellerimde yara çıktı. Hatta bir başparmağımı kestiler. Doktorlar
    ellerine su vurmayacaksın dediler. Üç sene teyemmümle yâni onların
    gösterdiği şekilde teyemmüm ederek namaz kılmak zorunda kaldım.

    Buyurdular ki:

    Kur'ân-ı kerîm şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez.

    Gerçek
    kerâmet, kerâmetin gizlenmesidir. Bunun dışında görünenler, velînin
    irâde ve ihtiyârı ile değildir. İlâhî hikmet öyle gerektiriyor demektir.

    Allahü teâlâ sırrını eminine verir. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.

    Ahmaklık, hatâda ısrar etmektir.

    Hak'tan ve Hak yolundan başka her ne düşünülürse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur.

    Din bilgileri, dünyâda ve âhirette, huzûru, seâdeti kazandıran bilgilerdir.

    Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslâmiyetin içindedir.

    Hakk'ı sevmedikçe, Hak teâlâyı hâkim bilip, ona kulluk etmedikçe, insanlar birbiri ile sevişemez.

    Kavuştuğunuz her nîmet; hep hakka îmânın hâsıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın ihsânıdır.

    Temiz
    ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlâkınızla, sözlerinizle,
    giyinişinizle İslâmın vekârını, kıymetini gösteriniz.

    Gördüğünüz her musîbet ve felâket, kızgınlığın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır.

    Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe; ızdırap ve felâketten kurtulamaz.

    Allahü teâlâ dilediğini yapar. İster sebepli ister sebepsiz, dilediği gibi azap veya lütfeder. Güzel ve doğru onun dilediğidir.

    Allahü teâlâ bize fadlı, ihsânı ile tecelli etsin; bizi fadlı ile korusun! Adliyle tecelli ederse, yanarız.

    Riyâ olmasın diye cemâatten kaçanlar ayrı bir riyâ içindedirler.

    Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür.

    İlim cehli izale eder, yok eder, ahmaklığı değil.

    Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi, îmân eksikliğidir.

    Dîni
    dünyâ çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyûb Sultan, Fâtih,
    Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy ve Beyoğlu Ağa Câmii kürsîlerindeki
    konuşmaları, bunların iftirâlarına sebeb oldu. Bunların tahriki ile
    Eylül 1943'te tutuklanarak İstanbul'dan İzmir'e götürüldü. Bir müddet
    Meserret otelinde sonra bir evde polis nezaretinde kaldı. Yakınları,
    kendilerinin Bursa'ya nakli veya İstanbul'a iâdesi için birkaç defâ
    teşebbüse geçtilerse de her defâsında red cevâbını aldılar. Nihâyet
    Ankara'ya nakline müsâde çıktı. Bu karar üzerine Ankara'da Hacı
    Bayrâm-ı Velî civârında, biraderinin oğlu Seyyid Faruk Işık'ın evine
    geldiler. Bu sırada hasta olduklarından Faruk Işık Bey'in evinde on
    sekiz gün hasta yattıktan sonra 27 Kasım 1943 (H.1362)'te vefât
    ettiler. Vefât ânında hafif bir zelzele oldu.

    Ankara hiç
    sevmedikleri bir yerdi. Bu sebeple yakınları mübarek nâşın İstanbul'a
    nakli için resmî makamlara başvurdular. Ancak kabul edilmedi. Şehrin
    belediye sınırları içinde ölenlerin asrî mezarlığa gömülmesi şartı da
    vardı. Bu yüzden herkes eli kolu bağlı mahzun ve üzgün bir durumda
    bulunuyordu. Çünkü kendileri bu mezarlığa defnedilmeyi istemiyorlardı.

    O sırada evin ahşap kapısı çalındı. Kapıda kim olduğu, nereden geldiği belli olmayan ak sakallı bir adam:

    "Ankara
    civârında Bağlum isimli bir köy vardır. Oraya götürünüz, kendilerine
    uygun yer orasıdır." dedikten sonra dönüp gitti. Meçhul adamın
    arkasından koştularsa da sanki sır oldu ve ortadan kayboldu.

    Keçiören'de
    dâmâdı İbrâhim Arvas Beyin evinde gasl, techiz, tekfîn ve namazı edâ
    edildikten sonra Ankara'nın kuzeyinde ve 24 km mesâfede bulunan
    Bağlum'a getirilerek defnedildi. Telkinini kimin vereceği, oğlu
    fazîletli Ahmed Mekki Efendiye sorulunca; "Babam Hilmi'yi çok severdi.
    Onun sesini iyi tanır. Telkinini Hilmi versin." buyurdu. Böylece telkin
    vermek ve kabr-i şerîfine girmek vazîfeleri talebesi Hüseyin Hilmi Beye
    nasîb oldu.

    Ağlasın kan ağlasın her müslüman
    Çünki, Seyyid Abdülhakîm terk etti cân

    Âlim ü âmil, veliyy-i kâmil idi.
    Zâtına mevdu' idi sırr-ı nihân.

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://2ce1ol.yetkin-forum.com
    1OL(AZRAİL662)
    PRENS-Kurucu
    PRENS-Kurucu
    1OL(AZRAİL662)


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 5270
    Yaş : 33
    Nerden : Denizli
    İş/Hobiler : PC Beat
    Lakap : AZRAiL662
    İletisi : Allah'tır tek hakim
    Ağa kim?
    Paşa kim?
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-mac10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Asik10
    Rep Puanı : 181
    Rep Gücü : 2273
    Kayıt tarihi : 24/12/07

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: Geri: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Mart 14 2009, 21:56

    Bağlum
    nâhiyesi eskiden beri sel, yağmur, dolu gibi âfetlerin eksik olmadığı
    bir yerdi. Ancak Bağlum halkı Seyyid Abdülhâkim Arvâsî hazretleri
    buraya defn olunduktan sonra hiç âfet görmediklerini beyan etmişlerdir.

    Seyyid
    Abdülhakim Efendinin; Sahabe-i Kiram ve İslam Hukuku
    Erriyâz-ut-Tesavvufiyye isimli eserleri mevcuttur. Ayrıca talebelerine
    gönderdiği risâle büyüklüğünde pek çok mektupları vardır. Arabi, Farisi
    ve Türkçe şiirler yazmıştır.

    Abdülhakim Efendi'nin üç oğlu ve
    iki kızı vardı. Oğullarından Enver Bey hicret esnasında 1918'de
    Eskişehir'de vefat etti. İkinci oğlu faziletli Ahmed Mekki ÜçışıkEfendi
    İstanbul'da Kadıköy müftiliğinde bulunmuştur. 1967'de İstanbul'da vefat
    etmiş olup kabri Bağlum kabristanındadır. üçüncü oğlu Münir Efendi,
    İstanbul belediyesinde uzun seneler çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı,
    güzel ahlakı ile etrafının saygısını ve sevgisini toplamıştır. 1979'da
    vefat etti. Kabri Bağlum'dadır.

    Kızlarından Şefia Hanım da hicret sırasında Musul'da vefat etmiştir. Diğer kızı Mâide hanım hayattadır. (1992)

    AMELİYAT OLMADI AMA...

    Sevdiği kimselerden, Sabri Bey var idi ki,
    O da şu hâdiseyi, anlatır bizâtihî:

    Bir gün râhatsızlandım ve gittim hastâneye,
    Apandisit teşhîsi, kondu muâyenede.

    Bayram olduğu için, yapmayıp ameliyât,
    Bir başka hastâneye, sevkettiler o sâat.

    Çıkıp, o hastâneye, gitmeden daha önce,
    Efendi'ye uğrayıp, haber verdim hemence.

    Ellerini öperek, oturunca, o derhâl,
    Bana; "Sen hasta mısın?" diyerek etti suâl.

    "Evet." deyip gösterdim, o ağrının yerini,
    Tam onun üzerine, dokundurdu elini.

    "Burası mı?" diyerek, o yeri ovdu biraz,

    Onun bereketiyle, gitti benden o maraz.

    O, mübârek elini, dokununca o yere,
    Apandisit ağrısı, kayboldu birden bire.

    Kırk beş sene oluyor, o günden îtibâren,
    Apandisit ağrısı, görmedim bir daha ben.

    BÜTÜN BUNLARA RAĞMEN

    Sevdiklerinden biri, bir gün huzûrlarına,
    Gelerek şu şekilde, bir suâl sordu ona:

    "Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî mi yüksektir,
    İmâm-ı Rabbânî mi, merak eder bu fakîr?"

    Abdülhakîm Efendi, cevâben o kimseye,
    Başladı Abdülkâdir Geylânî'yi övmeye.

    Buyurdu: "Gavsül âzam, idi ki bu büyük zât,
    Ânında yetişirdi, istese her kim imdât.

    Öyle çok kerâmeti, vardı ki onun hattâ,
    Duâsıyle ölüyü, döndürürdü hayâta.

    Kendi zamânındaki, bilcümle evliyânın,
    Fevkinde bulunduğu, kesin idi bu zâtın.

    Ve kıyâmete kadar, her Velî'ye feyiz, nûr,
    Onun vâsıtasıyle, erişir, vâsıl olur.

    Mübârek cemâlini, görseydi biri elhak,
    Allahü teâlâyı, hâtırlardı muhakkak.

    Dört yüz kişi yazardı, vâzını muntazaman,
    Birbirinin sırtında, yazarlardı çok zaman."

    Böylece bu Velî'den, bahsedip uzun uzun,
    Çok kerâmetlerini, anlattı önce onun.

    Sonunda buyurdu ki: "Bütün bunlara rağmen,
    İmâm-ı Rabbânî'nin âşıkıyım ama ben."

    NİÇİN OKUTMUŞ?

    Hâlid Turhan Bey anlatır:

    Bir
    gün ziyâretlerine gitmiştim. Kütüphânelerinden bir kitap çekip, bir
    yerini açıp bana verdiler ve; "Buyurun, okuyun!" buyurdular. Arapça
    idi. Okumaya çalıştım. Yanlış okuyunca düzeltirlerdi. Bir daha
    okuttular ve gene yanlışlarımı düzelttiler. Sonra; "Türkçeye çevirin!"
    buyurdular. Takıldığım çok ibâreler oldu. Yardım ettiler, hattâ
    kendileri tercüme ettiler. Bir daha okutup, bir daha tercüme
    ettirdiler. İyice anlamıştım. Vefâtlarından yirmi sene kadar sonra,
    kütüphâne müdürlüğü için, Ankara'da imtihana girdim. İmtihanda elime
    bir Arapça kitap verdiler ve bir yerini açıp, okuyun dediler. Bir de ne
    göreyim, Abdülhakîm Efendinin verdiği kitap ve açtıkları sayfa değil
    mi? Okudum, tercüme ettim. İmtihanı kazandım. Kütüphâne müdürü oldum.
    Ama imtihandan çıkınca, Efendinin bu büyük ve açık kerâmetini görünce
    hüngür hüngür ağladım.

    ÎMÂNIN KUVVETİNDEN

    Hâbil Efendi diye, vardı ki bir terzisi,
    Pek çoktu Efendi'ye, bağlılığı, sevgisi.

    O'na öyle ihlâsla, bağlıydı ki o hattâ,
    Böyle hâlis bağlılık, az bulunur hayatta.

    Bir gün ziyâretine, giderken Efendi'nin,
    Düşündü ki gidince, sorayım şunu ilkin.

    Diyeyim ki: "Efendim, istemiyorum ama,
    Çok kötü düşünceler, geliyor hâtırıma.

    Hiç kurtulamıyorum, ben bu vesveselerden,
    Îmânıma bir zarar, gelir mi bu şeylerden?"

    Bunları düşünerek, vardı huzurlarına,
    Girince, sohbetini, kesti ve baktı ona.

    Ve hemen buyurdu ki: "Bir müslümanın eğer,
    Hâtırına gelirse, çok fenâ düşünceler,

    Onun kötülüğüne, bir işaret değildir,
    Îmânının kuvvetli, olduğuna delîldir."

    Henüz suâl etmeden, almıştı cevâbını,
    Efendi, daha sonra, ikmâl etti vâzını.

    1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1023
    2) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c.1, s.34-73
    3) Başbuğ Velîlerden; s.336-351
    4) O ve Ben
    5) Eshâb-ı Kirâm; s.164-166, 287-293
    6) Son Devrin Din Mazlumları; s.319-336
    7) Şerîat Yolunda Yürüyenler ve Sürünenler; s.160-164
    8) Cihâd Önderleri-I; s.125-131
    9) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.25
    10) Sefînet-ül-Evliyâ
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://2ce1ol.yetkin-forum.com
    abicangulcu
    S.Moderator
    S.Moderator
    abicangulcu


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 241
    Yaş : 30
    Nerden : Balıkesir/Edremit
    İş/Hobiler : öğrenci
    Lakap : LikableBoy
    İletisi : Kafdağını assalar belki çeker de bir kıl;
    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl.
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-xp10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Calisi10
    Rep Puanı : 7
    Rep Gücü : 468
    Kayıt tarihi : 14/05/09

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: Geri: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeÇarş. Haz. 30 2010, 23:18

    Adminim çok güzel bir çalışma olmuş olmuş. Ben geçtiğimiz aylarda "O ve Ben"i bitirmiştim ve Efendilerin en iyi o kitapta anlatıldığı kanısındayım. Herkese tavsiye ederim. Saygılarımla.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    1OL(AZRAİL662)
    PRENS-Kurucu
    PRENS-Kurucu
    1OL(AZRAİL662)


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 5270
    Yaş : 33
    Nerden : Denizli
    İş/Hobiler : PC Beat
    Lakap : AZRAiL662
    İletisi : Allah'tır tek hakim
    Ağa kim?
    Paşa kim?
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue100 / 100100 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-mac10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Asik10
    Rep Puanı : 181
    Rep Gücü : 2273
    Kayıt tarihi : 24/12/07

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: Geri: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Tem. 10 2010, 20:57

    Arvasi'lerden Allah razı olsun...
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    https://2ce1ol.yetkin-forum.com
    abicangulcu
    S.Moderator
    S.Moderator
    abicangulcu


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 241
    Yaş : 30
    Nerden : Balıkesir/Edremit
    İş/Hobiler : öğrenci
    Lakap : LikableBoy
    İletisi : Kafdağını assalar belki çeker de bir kıl;
    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl.
    Deneyim :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Seviye :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Saygınlık :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    Aktiflik :
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Left_bar_bleue21 / 10021 / 100ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Right_bar_bleue

    İşletim Sistemi : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Yk-xp10
    Ruh Hali : ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Calisi10
    Rep Puanı : 7
    Rep Gücü : 468
    Kayıt tarihi : 14/05/09

    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Empty
    MesajKonu: Geri: ABDÜLHAKÎM ARVÂSΠ  ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ Icon_minitimeC.tesi Tem. 10 2010, 21:21

    Amin. İnşallah...
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
     
    ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
    Sayfa başına dön 
    1 sayfadaki 1 sayfası
     Similar topics
    -

    Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
    2ce 1OL :: DİNİ :: Büyük Âlimlerin Hayatı-
    Buraya geçin:  
    Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar